Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Dünya'nın En Sağlam Katısı; Aerojel

Camın üzerine bir küp çikolata koysanız ve alttan camı ısıtmaya başlarsanız ne olur?  Çikolata erimeye başlar.  Peki cama dokunabilir miyiz?  Tabii ki hayır. Bunun aksine uzay araçlarından tutun süs eşyalarına kadar kullanılabilen ve neredeyse tamamı (%99.9'u) havadan oluşan aerojel buna izin vermiyor. 

Blogları Canlandırma Projesi; Mart Ayı/ Kadın teması

Merhaba sevgili okurlarım, arkadaşlarım! Bu ay sevgili Şule Uzundere (yan tarafta takip ettiğim bloglar arasında görebilirsiniz) ve sevgili Okurix aracılığıyla katıldığım bu projeden sizlere biraz bahsetmek isterim. 32 kişilik dev kadromuza da buradan selam gönderiyorum. Her ay belirlenecek bir konu üzerinden okuyacağımız bir kitap, izleyeceğimiz bir dizi veya film üzerine yapacağımız yorumlar ile bloglarımızın kapısını camını şöyle bir açıp havalandıracağız. Oh püfür püfür! Gelsin yaz temizliği, gitsin kış rehaveti!

Animasyondan Fırına; Ratatouille/Ratatuy

Daha önce animasyon film izlediniz mi bilmiyorum ama çok geç kalmış sayılmazsınız. 2007 çıkışlı ve Altın Küre ödüllü bu animasyon film adını bir Paris yemeğinden alıyor!  Yemek Olan Ratatouille; Yemek olan Ratatouille dilimize Ratatuy/sebze dizme olarak geçiyor. Yüksek bir ihtimalle yanlış anlaşılmış olsa gerek ki, animasyonda bahsedilen yemekle asıl Ratatuy arasında büyük farklar var. Yemeğin aslı haşlanmış bir tava sebzeden oluşsa da günümüze gelene kadar değişmiş, revize edilmiş. Köylülerin yemeği sayılan Ratatuy, sebze ya da sebze artıklarının bir arada kaynatılması ile ortaya çıkmış.  Ama aldanmayın; köylü milletin efendisidir! Bu da benim yaptığım Ratatuy;  Animasyon Olan Ratatouille; Yönetmen;   Brad  Bird Yıl; 2007  Animasyonumuzda geçen Ratatouille, ünlü şef Auguste Gusteau'nun spesiyallerinden. Gusteau'nun restoranı yemek eleştirmeni  Anton Ego tarafından yapılan bir eleştriden sonra gözden düşer ve bunlara dayanamayan şefin kalbi dayanamaz.  A

Kadınlardır Koca Dünyayı Doğuran

Bu yazıma nasıl başlasam bilemiyorum. 2021 yılının henüz üçüncü ayına girdik ki öldürülen kadın sayısı 47. Sadece iki gün önce 34'tü. Bu yazıyı 1 Mart'ta yazmaya başladım ve bugün 7 Mart. Sadece kadınlar gününden 1 gün önce 2 kadın daha canice öldürüldü. Anıt sayaç bugün 67 ismi daha yazdı hanesine. Yazıklar olsun! 2019 Kadın, Barış ve Güvenlik Endeksi araştırmasına göre; 167 ülke arasından kadınlar için hayat kalitesinin en yüksek olduğu ülke Norveç olurken, Türkiye 114. sırada yer almıştır. Küresel Cinsiyet Eşitsizliği raporuna göre de Türkiye 153 ülke arasından 130. olmuştur. (Vikipedi) Doğuran, büyüten, öğreten her bir mesleği bir arada yapan kadınlar, kadınlarımız, çiçeklerimiz soluyor.  Ne yazık ki süregelen bir kaç yıldır 8 Mart Dünya kadınlar günü anlam ifade etmiyor. Kadınlar günü denildiğinde akıllara suçsuz yere öldürülen kadınlar toprağın altında yatarken biz nasıl kadınlığımızı yaşayalım sorusu geliyor. Sahi, biz nasıl yaşayacağız bu kadınlar gününü? Sevincimiz bur

Ördek Fenomenler

Nedir Bu Ördek Sendromu? Hiç Instagram ya da twitter'da gezerken hatta YouTube'da vlog izlerken şöyle söylediğiniz oldu mu; "neden herkes mutlu da ben mutsuzum?" Size iki iyi haberim var! Birincisi biz de o hayatlara özeniyor, sorunun bizde olduğuna inanıyoruz. İkincisi ise o hayatlar sandığınız kadar mutlu değil! İşte isviçreli bilim adamları, psikologlar buna Stanford  Ördek Sendromu demiş. Ördek Sendromu sosyal medya veya dışarıda mutlu gördüğümüz insanlar üzerinden kendi hayatımızı sorgulamamıza verilen kısa bir isim. Adının geldiği yer ise çok mantıklı! Ördeklerin suda süzülür gibi yüzmesinin altında muntazam bir ustalık, mükemmel derecede sarfedilmiş bir emek vardır. Yaratılışlarında anne karnında yüzmeleri için gerekli ayak yapısı, tüylerinde bulunan ve suya batmalarını engelleyen yağ dokusu bir de üstüne ayaklarındaki hız. Suda öylece süzülür gibi dursalar da ayakları suyun altında bıcır bıcırdır. Biz de ördekleri bu görüntüden dolayı çok çaba sarf

Sınırsız Yolculuklar; Kitaplar

Bir kitabı seçerken neye dikkat ediyoruz?  Tıpkı Araba Sevdası 'ndaki Bihruz bey gibi kapağına ve dışına mı yoksa içine mi? Alıp rafa mı koyuyoruz yoksa kafamızla kalbimiz arasında bir yere mi? Kitap biterken buhrana kapıldığınız oluyor mu? Zannediyorum ki ben bitecek diye telaşa kapılıyorum ve okuma isteğim kaçıyor. Kitabın son 40 sayfasını bir haftada okuyorum bu yüzden. Bazen birinin okuduğu kitabı görüyorum ve görüşlerim o kitaba göre yol alıyor. Daha önce okuduğum bir kitapsa; "Ah ne büyük bir kayıp böyle bir kitabı ne kadar geç okuyor." diyorum. Okumadığım bir kitapsa; "Yetişemiyorum işte yetişemiyorum daha hızlı okumam lazım okunacak daha çok kitap var." diye hayıflanıyorum. Bunun adını Youtube'da bir psikolog ele almış; Telaş Çağı / fomofobi . Ne bu fomofobi? ' Bir şeyleri kaçırma korkusu.' Evet galiba fomofobiğiz.  Bir şeyler sürekli yol almaya devam ediyor fakat biz yetişemiyoruz. Peki ne yapmalı ki biz bundan kurtulalım ya da

Sohbetimiz

Aslında bu başlığı oluşturma sebebim blog açtığımdan beri yaşadıklarımı, yazarken nelerden ilham aldığımı, beceriksizliğimle imtihanımı, şaşkınlıklarını, blog hakkında öğrendiklerimi paylaşmak.  Yani elbette bunlarla sınırlı kalmaz.  Nasılsınız, napıyorsunuz? Hayır, hayır. Gerçekten cevap verir misiniz? NASILSINIZ, NAPIYORSUNUZ, RUHUNUZ NASIL? Eğer üzgün, kırgın veya tamir edilemeyen bir robot gibi çaresizce duygularınızın içinde kaldıysanız bence biraz o duyguyu doya doya yaşayın. Ben hep öyle yaparım çünkü. Gülmekse sonuna kadar, üzülmekse sonuna kadar. Suyunu çıkarırım hani işin. Sonunda ya birinin gözü çıkar, ya da bana bişey olur. Sadede gelirsek; Biliyorsunuz blogumu yeni  açtım taptazecik bir çiçek gibi geliyor gözüme. Çevremden ve etraftan olumlu yanıtlar almam sonucu da daha çok heyecanlanıyorum. Gün içinde yazacak birden fazla konu buluyorum. Hangisini nasıl yetiştirsem şaşırıyorum. Cümlelerini kafamda belirliyor telefona not alıyorum. O kadar heyecanlıyım ki bir

Comment

ARAMIZA KATILIN;

Translate